Bakırköy, İstanbul’un kalbinde, gece ile gündüzün sınırlarını bulanıklaştıran bir semt. Tarihi dokusu, kültürel çeşitliliği ve kendine özgü dinamikleriyle, şehrin en renkli mozaiklerinden birini oluşturur. Ancak bu renklilik, gün ışığında görünenden çok daha derin katmanlara sahip. Özellikle gecenin kırmızı ışıkları altında, travesti bireylerin yaşamları, direnişleri ve varoluş mücadeleleri, Bakırköy’ün görünmeyen tarihine ışık tutar.
Bir Sembol Olarak Bakırköy: Kimlik ve Mekân İlişkisi
Bakırköy, Türkiye’deki LGBTQ+ toplulukları için yıllardır bir sığınak işlevi görmüştür. 1980’lerden bu yana, travesti bireyler bu semtte bir araya gelerek hem sosyal hem de ekonomik dayanışma ağları kurmuştur. Sokaklar, barlar ve geçici buluşma noktaları, yalnızca birer mekân değil, aynı zamanda kimliklerin özgürce ifade edildiği alanlara dönüşmüştür. Ancak bu özgürlük, polis baskınları, toplumsal damgalama ve ekonomik kırılganlıklarla sürekli bir mücadelenin içinde şekillenir.
Kırmızı ışıklar altında parlayan neon tabelalar, yalnızca eğlence hayatının değil, aynı zamanda bir varoluş direnişinin de sembolüdür. Travesti bireylerin hikâyeleri, bu ışıkların altında gizlenen çelişkileri ortaya koyar: Bir yanda hayatta kalma çabası, diğer yanda toplumsal normlara meydan okuyan bir özgüven.
Hikâyelerin Şifreleri: Görünürlük ve Gizlilik Arasında
Bakırköy’de yaşayan travesti bireylerin deneyimleri, Türkiye’deki toplumsal cinsiyet rejiminin karmaşık yapısını yansıtır. Ailelerinden dışlanma, iş bulma zorlukları ve şiddet riski, bu bireylerin çoğunu “gece ekonomisi”ne mecbur bırakır. Ancak bu mecburiyet, yaratıcı bir direnişe de dönüşür. Sokaklar, sahne performansları ve informal sosyal ağlar, birer özgürlük alanı haline gelir.
Örneğin, 90’lı yıllarda Bakırköy’deki travesti bireylerin kurduğu dayanışma grupları, bugün LGBTQ+ derneklerinin temelini oluşturmuştur. Bu gruplar, yalnızca ekonomik destek sağlamakla kalmaz, aynı zamanda hukuki mücadelelerde de öncü rol oynar. Ancak 2010’lardan itibaren artan muhafazakâr politikalar, bu alanları daraltmış ve travesti bireyleri daha da kırılgan bir konuma itmiştir.
Kültürel Temsil ve Gerçeklik: Sinema ve Edebiyatta Bakırköy
Türk sineması ve edebiyatı, Bakırköy’ün travesti hikâyelerine genellikle ya “acınası mağdur” ya da “egzotik figür” stereotipleriyle yaklaşmıştır. Örneğin, 1990’larda yayımlanan Bekleme Odası gibi eserler, bu bireylerin iç dünyalarını derinlemesine işlemekten ziyade, toplumsal önyargıları pekiştiren bir bakış sunar. Buna karşın, son yıllarda travesti aktivistlerin kendi hikâyelerini anlattığı belgeseller ve otobiyografik çalışmalar, gerçekliği daha samimi bir dille aktarmayı başarmıştır.
Kırmızı Işıkların Ötesinde: Umut ve Direniş
Bakırköy’ün travesti topluluğu, yalnızca zorluklarla değil, inanılmaz bir dayanıklılık ve yaratıcılıkla da tanımlanır. Semtin arka sokaklarında, birbirine kenetlenen insanlar, yalnızca hayatta kalmak için değil, aynı zamanda kendileri olabilmek için mücadele eder. Trans hakları aktivisti Şevval Kılıç’ın da dediği gibi: “Bizim hikâyelerimiz, bu şehrin görmezden gelinen tarihinin ta kendisi.”
Şifrelerin Çözümü Empatide Saklı
Bakırköy’ün kırmızı ışıkları altında saklanan hikâyeler, toplumun çoğunluğunun görmek istemediği gerçekleri yansıtır. Bu hikâyelerin şifrelerini çözmek, yalnızca bir semtin değil, tüm bir toplumun karanlıkta kalmış yönlerine ışık tutmak demektir. Travesti bireylerin deneyimleri, insan hakları, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin evrensel bir parçasıdır. Bakırköy’deki direniş, bize şunu hatırlatır: Gerçek değişim, ancak görünür olanın kabulü ve empatiyle mümkün.
Aylin Öztürk: Merhaba Deniz. Öncelikle bu söyleşiye zaman ayırdığın için teşekkür ederim. Bakırköy’ün travesti topluluğuyla ilgili hikâyeler, toplumun geneli tarafından çok az biliniyor. Senin perspektifinden dinlemek isteriz: Bakırköy, neden bu topluluk için bu kadar önemli bir mekân haline geldi?
Deniz Yılmaz: Merhaba Aylin. Asıl ben teşekkür ederim. Bakırköy, 1980’lerden beri LGBTQ+ bireyler için bir sığınak. Özellikle travesti bireyler, aileleri veya toplum tarafından dışlandıklarında buraya geliyordu. Sokaklar, gecenin karanlığında bile birbirini koruyan bir dayanışma ağı sunuyordu. Burası sadece bir semt değil, bir yaşam alanı. Gündüzleri görünmez olanlar, gecenin kırmızı ışıkları altında nefes alabiliyor.
Aylin: Peki bu dayanışma ağı nasıl işliyor? Mesela ekonomik zorluklar ve polis baskınları gibi tehditler karşısında nasıl bir direniş sergileniyor?
Deniz: 90’larda, travesti bireylerin çoğu “gece ekonomisi”ne mecbur bırakılıyordu. Ama bu mecburiyet, birbirini koruma refleksini de doğurdu. Mesela, bir arkadaşınız polis tarafından gözaltına alındığında, diğerleri hemen avukat bulmak veya kefalet parası toplamak için seferber olurdu. Bugün bile, Dayanışma Ağı olarak birbirimizin kirasını, ilaç parasını topluyoruz. Bu, sistemin bize dayattığı kırılganlığa karşı bir direniş.
Aylin: Kültür ve sanatta travesti bireylerin temsili hakkında ne düşünüyorsun? Sinema veya edebiyat bu hikâyeleri ne kadar gerçekçi yansıtıyor?
Deniz: Maalesef çoğu temsil ya acımasız bir trajedi ya da abartılı bir komedi üzerinden ilerliyor. 2000’lerdeki bazı filmlerde travesti karakterler, ya “gülünç” ya da “acınacak” figürlerdi. Oysa bizim hikâyelerimiz bundan çok daha karmaşık. Son yıllarda aktivistlerin kendi belgesellerini çekmesi, önemli bir dönüm noktası oldu. Mesela Benim Çocuğum belgeseli, ailelerin gözünden bile olsa gerçek bir pencere açtı.
Aylin: Son yıllarda artan muhafazakâr politikaların bu topluluk üzerindeki etkilerini nasıl görüyorsun?
Deniz: 2010’lardan sonra, nefret söylemi ve polis şiddeti arttı. Sokakta yürürken kimliğinizden dolayı gözaltına alınma riskiniz var. Ama ilginç olan şu: Baskı arttıkça dayanışma da güçleniyor. Mesela, son dönemde travesti bireyler sosyal medyayı aktif kullanarak seslerini duyuruyor. Bir yandan da genç aktivistler, hukuki haklar konusunda eğitim atölyeleri düzenliyor.
Aylin: Peki gelecekten umutlu musun? Bakırköy’ün bu direnişi bize ne anlatıyor?
Deniz: Umut, bu topluluğun DNA’sında var. Bakırköy’de tanıdığım herkes, sadece hayatta kalmak için değil, onurlu bir yaşam için mücadele ediyor. Bana kalırsa, bu direniş Türkiye’nin demokrasi mücadelesinin de bir parçası. Şevval Abla’nın dediği gibi: “Biz vazgeçersek, bu şehir renklerini kaybeder.”
Aylin: Son olarak, bu hikâyeleri dinleyenlere ne söylemek istersin?
Deniz: Lütfen önyargılarınızı bir kenara bırakın ve bizi dinleyin. Hikâyelerimiz sadece “travesti” olmakla ilgili değil; insan olmanın evrensel çığlıklarıyla dolu. Bakırköy’ün kırmızı ışıkları, aslında hepimizin içinde yanması gereken bir empati ateşi.
Aylin Öztürk: Çok teşekkürler Deniz. Sesini duyurduğun ve bu önemli mücadeleyi anlattığın için minnettarız.
Deniz Yılmaz: Ben teşekkür ederim. Umarım bu söyleşi, görünmeyenlerin görünmesine bir katkı sağlar.
Bu söyleşi, Bakırköy’ün kırmızı ışıkları altında direnen tüm isimsiz kahramanlara adanmıştır.
Bir yanıt yazın